– Canımı dişime takmışam ne iş bulsam çalışıyam günler geçiyi senedin vakti geliyi bu insanoğlunda da hiç insaf kalmamış vallah (…)
İşçiler sırayla yevmiyelerini alırlar ve herkese 300 lira verilirken Kibar Feyzo’ya 100 lira verilir. Feyzo sorar:
-Hepsi bu kadar mı gurban?
-Evet!
-Benimki niye ötekilerden eksik?
– Onlar sendikalı.
– Ben de Harranlıyam!
– Git ulan işine!
-Patron da sendikalı herhal, hemşehrisini koruyi…
Yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın, yapımcılığını Ertem Eğilmez’in yaptığı sinemamızın kültlerinden Kibar Feyzo’da Kemal Sunal’ın alışıldık naifliğiyle kabullendiği emek ve sermaye arasındaki bölüşüm çelişkisini filmden 158 yıl önce Robert Owen (1820), 130 yıl önce Karl Marx ve Friedrich Engels (1848) yazıp tartışmıştı. Bu yazının amacı ise bugünün serbest piyasa kapitalizminde sosyal kooperatiflerin üretim ve bölüşüm ilişkilerine sunduğu alternatife değinmek ve Türkçe yazındaki devasa boşluğu bir nebze doldurmak.
Neoklasik iktisadin temel üretim kuramlarından biri olan Cobb-Douglas üretim fonksiyonu üretimin hangi girdilere bağlı olduğunu gösterir.
Y = ALαKβ
Buna göre üretim (Y), verimliliğe [1] (A), emeğe (L) ve sermayeye (K) bağlıdır. Üretimin, emek miktarının değişimine olan duyarlılığı (α) ve sermaye miktarının değişimine olan duyarlılığı (β), emek ve sermayenin üretim açısından önemini belirler [2].
Örneğin, bir şirkette sermayedar, getirisi (rantı) karşılığında parasını, emekçi ise ücreti karşılığında emeğini belirli süreliğine ve belirli koşullarda bir sözleşme dahilinde üretim için seferber eder. Ellerman’a göre (2004) üretim fonksiyonun tamamı üzerinde mülkiyet hakkı iddia etmek ne sermayedar için ne de emekçi için söz konusu değildir. Öyleyse üretim fonksiyonu, emekçi ve sermayedar arasında bir şirket çatısı altında sözleşmesel olarak belirlenir.
Bu çerçevenin, Marksist kuramın, üretim araçlarının mülkiyetini elinde tutan sermayedar (kapitalist) savı ile çeliştiği aşikâr. Ancak bu çerçeve, sermayenin emek üzerinde tahakküm kuramayacağını iddia etmiyor. Yalnızca, üretimde bağımsız birimler olan emekçi ve sermayedarın şirket çatısı altında sözleşmesel bir ilişki kurduğunu söylüyor. Bu sözleşme ile sermaye parasını, emekçi ise kol veya beyin gücünü “kiralıyor”. O halde üretim araçlarını bir araya getiren yasal çatı olan şirketin işletme hakkını bağımsız birimlerden herhangi biri alabilir: sermayedarlar veya emekçiler [3]. Üretim yapabilmek için (1) sermayedarlar emeği “temin edebilirler” (ücreti mukabilinde, iş sözleşmesi yoluyla) veya (2) emekçiler sermayeyi “temin edebilirler” (şahsi birikimlerinden, kredi kuruluşlarından vb.). Serbest piyasa kapitalizminde ilk durumun yaygın olmasının sebebi nedir? Diğer deyişle, neden sermayedarlar emeği temin edip üretime hâkim oluyorlar da emekçiler sermayeyi temin edip üretime hâkim olamıyorlar. Temel nedenlerin birkaçını şöyle sıralayalım:
- Serbest piyasanın, yani oyunun kurallarını koyan siyasi erke sermayedarların hâkim olması
- Sermayeyi “temin edebilmek” yani finansmana erişmek için bir garanti sunulmasına ihtiyaç olması (gayrimenkul, tahvil/senet gibi borca karşı teminat olarak verilebilecek her türlü varlık). Emekçilerin bireysel olarak teminata uygun malvarlığından mahrum olması (emek ancak örgütlenirse topluca teminat sunabilir)
- Bu nedenle, serbest piyasa rekabeti içinde sermayedarların, emeğin örgütlenmesini engellemesi
- Finansman sağlayan bankaları sermayedarların yönetmesi ve bu sermayedarların tekelci kapitalizme uygun olarak farklı sektörlerde de faaliyet göstermeleri.
Bu engelleyici nedenlerin süreğen olması üretime hâkim olan sermayedarların kar birikiminin devamlılığına bağlıdır. Pekiyi üretim içinde kar nerede oluşuyor?
QP = Kr + Lw
Kârın sıfır olduğu yukarıdaki denkleme göre hasılat (ürün Q çarpı ürünün fiyatı P) sermaye araçlarındaki aşınma maliyeti (sermaye varlığı K çarpı faiz r; örneğin makinelerin yıpranması veya yatırımın fırsat maliyeti olan faiz getirisi) ve işgücü maliyetinin toplamına (işçi L çarpı ücret w) eşittir. Tüm diğer unsurlar sabitken, sermayedar bilançoyu pozitif yapmak için ya hasılatı artırmalıdır ya da işgücü maliyetini kısmalıdır. Serbest piyasada ürünlerin değeri kullanım değeriyle değil değişim değeriyle belirlenir; yani bir malın piyasa değeri tamamen spekülatif bir tahayyüldür (bir örnek için bkz.). Genellikle bir mala astronomik fiyat biçmek reklam endüstrisinin, işgücü maliyetini baskılamak ise devletlûlerin veya sarı sendikaların görev alanına (!) girer. Tabii bu senaryo sermayedarın emeği “temin ettiği” durumu anlatıyor; ya emek sermayeyi “temin ederse”?
İşte o durumda pozitif gelir-gider farkı üzerinde hak iddia eden de emekçiler oluyor. Zira bu durumda emeği sağlayanlar aynı zamanda sermayeyi temin edip üretime doğrudan hâkim olanlar oluyor. Emekçilerin hâkim olduğu üretim tarzını bir çatı altında toplayan tüzel kişilik ne olabilir? Çalışanlarının sahibi olduğu anonim şirketler veya kooperatifler. Pekiyi, kooperatifte pozitif gelir-gider farkı nasıl oluşur ve nasıl bölüşülür?
Kooperatifler piyasaya ürün olarak sundukları mal ve hizmetlerin fiyatını belirlemede özgürdür. Kooperatifler de tıpkı şirketler gibi ürünlerini kullanım değeri üzerinden değil piyasadaki el değiştirme değeri üzerinden fiyatlayabilirler. Sermaye ve işgücü maliyeti çıkarıldıktan sonra elde kalan pozitif gelir gider farkını ise (=QP-Kr-Lw) (1) özsermaye olarak ayırabilir, (2) ortaklarının müşterek ihtiyaçlarını karşılamak için harcayabilir, (2) ortakları arasında kooperatife verilen ürün veya emek miktarı ile orantılı olarak bölüştürebilir veya (3) odaklandıkları toplumsal ihtiyacı gidermek için harcayabilir (ICA, 2015: 33). Sosyal kooperatifler kârı ortakları arasında kısıtlı olarak bölüştürürler veya hiç bölüştürmeyip anılan diğer yollarla harcarlar (CICOPA, 2004).
Pekiyi bölüşümün tarzı ve ölçütüne kim karar verir? Kooperatiflerde adaletsiz bölüşümün ve dolayısıyla bir kişi veya zümrenin kârı biriktirmesini engelleyen temel mekanizma tüm ortakların kooperatifte eşit söz ve oy hakkı sahibi olmaları ve bu yolla bölüşümün ölçütünü ortaklaşa belirlemeleridir. Hem emeğini hem de sermayesini seferber eden ortakların denge, denetleme ve demokrasiyi fiilen uygulamaları, yani işletme hakkını beraberce kullanmaları, kooperatiflerin emekçi-odaklı üretim ve bölüşüm fonksiyonuna sahip olmasının ön koşuludur. Öyleyse üretim sürecine emek ve sermaye girdisi sağlayan ortaklarının tamamını karar alma mekanizmalarına fiilen katmayan kooperatiflerin adaletsizliğe karşı emniyet kemeri takılı değil demektir.
Eugène Ionesco’nun (1959) meşhur oyunundaki gibi buna gergedanlasmak da diyebiliriz zannederim.
Emeğin ve sermayenin aynı aktör tarafından, emekçiler tarafından seferber edildiği kooperatif tüzel kişiliği “gergedanlaşmaya” veya adaletsiz servet birikimine karşı bağışıklık sahibi bir yapı maalesef değildir. Ortaklarına kâr payı dağıtmayan veya kısıtlı olarak dağıtan sosyal kooperatiflerde dahi bölüşümde adaletsizlik pek çok sebeple ortaya çıkabilir:
- Katılımcılık eksiği. Ortakların istisnasız tamamının üretim ilişkisine katılmasının engellenmesi veya ihmal edilmesi; diğer deyişle bazı ortakların emek koymaksızın yalnızca sermaye koyarak kooperatifte bulunma hali. Bu durumda emek girdisi sağlayan ortaklar emeklerinin karşılığını kazanırken diğerleri bu getiriden mahrum bırakılmış olurlar.
- Eşit işe eşitsiz ücret. Katkı koyduğu mal veya hizmet karşılığında her bir ortağa ödenen birim ücretin (birim emek veya mal ücreti) ortaktan ortağa kayda değer farklılık göstermesi.
- Kayırmacılık. Ortakların müşterek ihtiyaçlarını karşılamaya dönük yatırımların dengesiz; yalnız bir grup ortağın lehine olacak şekilde yapılması.
Öyleyse, sosyal kooperatiflerde bölüşüm ilişkilerinin sağlığını ve işlerliğini sınarken kullanacağımız temel kıstas, ortakların (hem emeği hem sermayeyi yatıranların) üretim fonksiyonunun işletme hakkını eşit bir şekilde bölüşüp bölüşmedikleridir. Zira, işletme hakkında mutlak eşitlik, sermayedar temelli şirketlerde işletme hakkının emekçi ve sermayedar arasında eşit bölüşülmemesinden doğan arazları ortadan kaldırabilir. Buna ilaveten sosyal kooperatiflerin, edindikleri kârı odaklandıkları toplumsal ihtiyaçları karşılamaya harcamaları, toplumsal gelir terazisini emekten yana dengeleyen bir unsur olmaktadır.
Hasılı, fabrikalarda, tarlalarda, plazalarda karasabana insanın koşulduğu devrimizde patronunuza “Allah ağama zeval vermiye. Kursağımıza giren bi’ lokma ekmek varsa onu da ağamız veriyi” demeden önce başka bir çalışma yaşamı mümkün diye düşünüp didinirseniz bir gün, kim bilir, siz de şirinleri görebilirsiniz.
Not: Makaleyi gözden geçirip yorumlarını esirgemeyen Doğuhan Sündal, Metin Özarslan ve Nurdan Doğanay’a teşekkürü borç bilirim.
[1] Toplam faktör verimliliğini ifade eder. Verimlilik daha az girdiyle daha fazla çıktı üretebilmektir. Teorik olarak üretim artışı; istihdam artışı ve sermaye yatırımları ile mümkündür. Üretimin, istihdam ve sermaye artışı ile açıklanamayan kısmı toplam faktör verimliliği (A) hanesine yazılır. Örneğin bilişim ürünlerinin etkin kullanımı, ileri lojistik uygulamalar, veya şirket-içi yenilikçi organizasyonel yapılar toplam faktör verimliliğini artırabilecek unsurlardır.
[2] Enerji ve toprak gibi üretim girdileri de mevcuttur ancak bu makalenin duruluğu adına anlatıma dâhil edilmemiştir.
[3] İşletme hakkı, sermayedar-temelli şirketlerde yönetim kurullarında sendika veya doğrudan işçi temsiliyetiyle de sağlanabilir. Üretime hakimiyet için emekçi lehine açılan bu gedik, kooperatif modeliyle karşılaştırmaya değer bir durumdur.